Blog

Hastalanmayı başarısızlık olarak görüyorum. Yeniden hastalanmak başarısızlığın tescili anlamına geliyor.  Hasta istatistiklerinde artı hanesinde olan yerimin eksiye kaymasından korkuyorum.  Bu çok önemli, artı hanesindeki yerimi korumalıyım.

Peki; diyelim ki yeniden hastalanmak başarısızlık anlamına geliyor gerçekten. O halde öncelikle benim başarısızlık hikâyelerimi bir gözden geçirelim. Ufak tefek hastalıkları görmezden gelelim bunu yaparken.

Şeker hastası adayıyım. Hayatımın ilerleyen zamanlarında mutlaka ortaya çıkacak. İlaç kullanmaya başladım bile, bu da aday değil hasta olduğum anlamına gelebilir.  Öyleyse birinci başarısızlık diyebiliriz buna değil mi?

Kemik erimesi yeni başladı. Üstelik bu da şeker gibi hayata yayılmış bir durum. Gerilemesi ihtimali yok, yalnızca yavaşlatılabilir. İki etti.

Kalp ritmim bozuk, bunun için de ilaç kullanıyorum. Üstelik bu da diğer ikisi gibi hayat boyu sürecek. Etti üç.

Bir anda üç başarısızlık hikâyesi yazdım bile.

(Gerçi bunlar fiziksel hastalıklar, bir de bazıları genetik, yani benim kontrolüm dışımda gelişmişler. Ama zihinsel şeyler de miras olabiliyor.)

Peki şimdi beni bir kenara bırakalım da diğer insanlara bakalım. Bir hastane düşünelim mesela; insanlar akın akın geliyorlar, bazı servislerden aynı gün için randevu almak bile mümkün değil. Çok hasta var, dolayısıyla da çok başarısız.

Bütün insanlar başarısız diyebilir miyiz o halde? Diyebiliriz bu mantıkla değil mi? Çünkü herkesin bir hastalığı var. Hayat boyu sürmese bile bir dönemde hastalık yaşıyor insanlar. Ha bir de amansız denilen ya da daha uzun ve çileli tedaviler gerektiren hastalıklar var. O hastalıklara yakalananları nereye koymalı peki? Başarı sıralamasına bile giremez onlar.

Bu yaklaşım pek doğru görünmüyor böyle bir değerlendirme yapınca. Ama devam edelim. Başarı kavramını sorgulayalım şimdi de. Bunu yaparken genel geçer kıstaslara uyan bir bakış açısı içinde olalım.

Nedir başarı?

En yüksek puanları tutturup en iyi okullarda okumak mı?

İşinde en iyisi olmak mı?

En güzel yemekleri yapabilmek mi?

Ya da eskileri düşünelim; en güzel dantel masa örtüsünü örebilmek mi?

En güzel çocukları doğurabilmek mi?

En iyi romanı ya da hikâyeyi yazabilmek mi?

En sevilen olmak mı?

Herkesin tanıdığı bir şahsiyet olmak mı?

En yakışıklı erkek ya da en güzel kadınla evlenebilmek mi?

En zengin olup en güzel evlerde yaşamak ya da en konforlu arabalara binebilmek mi? Yılda birkaç kez yedi ya da beş yıldızlı otellerde tatil yapabilmek mi?

Bana göre budur da ona göre ötekidir. Çünkü önceliklerimiz farklıdır.

Başarı kıstasları bunca değişkense başarılı olup olmadığını nasıl anlayabilir insan peki? Ben nasıl karar verebilirim başarılı olup olmadığıma?

İncesaz konserinde Ezgi Köker o kadifeyi andıran sesiyle Firar’ı söylerken düşündüm bunları… Sonra yol boyunca düşünmeye devam ettim ve başarının şuramda olduğuna karar verdim. Ne kadar mutlu hissediyorsam o kadar başarılıyım. Sonra o filmdeki diyalogu hatırladım. Farklı tercihleri yüzünden kendisini aşağılayan, görmezden gelip yok sayarak utancını azaltmaya çalışan babasının gözlerinin içine baka baka haykırıyordu genç adam;

“Ben senden düştüm. Senin milyonlarca sperminden biriyim. Hepsinden önce annemin rahmine ulaştım. Bu yüzden şampiyonum ben. Eğer bir hata görüyorsan ben değilim o sensin!”

Bu başarmanın ilk adımıydı belki de. Daha sonrasında da yaşamayı becerebilmek…

“Gülistan neyi değiştireceksin” diyor Change.org. mesajında. Yeni bir kampanya açmaktan söz ediyor, hani şu herkesin açıp da kamuoyunun imzasına sunduğu kampanyalardan. Birçok kampanya akla gelebilir ama ben birini istiyorum; Kendimi değiştirmek. Bu, diğerlerinden çok daha zor, üstelik tek başına yapacaksın, toplu imzalar işe yaramıyor.

23 Aralık 2013

Gülistan Sinanoğlu

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published. Required fields are marked *

Yorumu gönder