Blog

Bana bahşedilmiş rüzgârın ve onun tadını çıkarabilmem için bahşedilmiş ruhun tadını çıkarıyorum.” (Fernando Pessoa)
                                                                                                                                             

Önce Gülce arıyor: “Anneciğim günaydın, haydi uyan artık” sonra Naz: “Uyan artık kızım öğle oldu.” Her ikisini de tembihlemiştim. “Zor da olsa uyandırın.” Zor oluyor. Yatak hiç bu kadar çekici olmamıştı ama uyanmalıyım. On beş dakika diyorum kızıma. Azıcık daha kestiriyorum. İkra’yla yapıyorum kahvaltıyı. Hindistan cevizi yağında yumurta, peynir ekmek, üzerine keyif kahvesi… O esnada öğleden sonra neler yapacağımı not alıyorum. Bugün biriyle buluşmalı. Bugün, günün keyfini sürmeli. “Bahşedilmiş rüzgârın” tadını çıkarmalı.

Kahveyi balkonda içiyorum, Forum Çamlık karşımda. Bu manzarayı çok seviyorum. Bu evi çok seviyorum. Bunlar için şükrediyorum. İnsan kendine bahşedilenin farkında olmalı. O esnada kızlarımla yazışıyorum. Grubun adı “Şükran Günlüğü”. Onlar da kendilerine bahşedilenin farkında olsunlar istiyorum. Kim ne aldıysa fotoğrafını gönderiyor ya da almayı düşündüğü ayakkabı, elbise ve benzerlerinin. Miniş’le Kıpır’ın fotoğrafları gelip gidiyor aramızda. Gülce tarhana çorbası yaparken kaydettiği videoyu gönderiyor. Çokça yemek tarifi alıyor. Onları çok seviyorum. En büyük minnettarlığım çocuklarıma dair.

Haftalık beş litre sütün dışında bir yerden süt gelmiş. Sütlâç yapmayı seviyorum, yemeyi de ama başkalarına yedirmeyi daha çok seviyorum. Biri yüz diğeri doksan sekiz yaşındaki kayınpederimle kayınvalideme gönderiyorum. Kayınvalidem yemeye çok nazlanır ama eşi onun gibi değildir. Öyle yer ve öyle teşekkür eder ki iyi ki yapmışım dersin. Fırında üstü kızaran sütlâçların kokusu evi sarıyor. Biliyorsun değil mi; yemek kokusu mutluluktur. Bu yüzden tencereleri severim. En sevdiğim eşyalardandır. Bana tencere hediye edenleri de severim.

Bir arkadaşımı arıyorum. O esnada cilt bakımına girmekte olduğunu ifade edip biraz sonra arayacağını belirtiyor. Aradığında, buluşmayı kararlaştırıyoruz. Birkaç işim var, onları bitirdikten sonra Forum Çamlık’ta bir kahve evinde buluşuyoruz. Ben ıhlamur istiyorum o çay. Ben artık çokça bitki çayı içiyorum. Şifa niyetine içiyorum şifa oluyor. Her ikimiz de uyku problemi yaşıyoruz. O benden biraz fazla yaşıyor. Yeniden yeşil reçeteye başladı. Bense bıraktım, bazen içiyorum. Daha önceki konuşmamıza atfen “Kedi otu demiştin” diyor, “Kedi otu dediğin Valerian Root’muş.” Zannedersin ki biz çocukluğumuz boyunca ıhlamur değil de Valerian Root içtik. “Sipariş verdim” diyorum, “bugün yarın gelir.” Sonuçlardan kendisini haberdar etmemi istiyor. Cilt bakımından bahsediyor. Biz böyle şeyleri önemsiyoruz.

Birkaç fotoğraf çekiyorum. Sonradan baktığımda onun oldukça bitkin, isteksiz göründüğünü fark edeceğim. Bazen kendimde de oluyor. Aynada gördüğümle fotoğraftaki eşleşmiyor. Fotoğraf kendi bakışımızı, görmek isteyip de gördüğümüzü yansıtmıyor. Orada sadece gerçek var.

Akşama doğru ayrılıyoruz. Eve dönmeden önce halı mağazasına uğruyorum. Geçen hafta beğendiğim halıyı almak niyetindeyim. Alıyorum, hem de iyi bir pazarlıkla iyi bir fiyata. Aslına bakılırsa pazarlık gibi bir pazarlık değil bu. Onların işleri durgun, bense nakit ödemeyi öneriyorum. Böyle olunca fiyat aniden istediğim düzeye iniyor. Hemen getirip seriyorlar salona. İşte bu da çok güzel. Yeni eşyalar beni hep mutlu etti. Yakın zamanda aldığım çamaşır makinesine bakıp bakıp mutlu oldum mesela. Şimdi de halıyı görmek için, yatak odası yerine salondaki koltuğa uzanıp Balanuye’nin kitabını okumaya devam ediyorum.

Bacaklarımın gövdeme bağlandığı yerlerde acı var, hafiften de ağrı. Ah bir de buz gibiler, çok üşüyorum. Ama ağrı benden bağımsız. Bir yerler ağrıyabilir, doğaldır. Bu benden bağımsız gelişecek. En fazla ağrı kesici içeceğim. Sıcak tedavi iyi geliyor. Bu ara her gün uyguluyorum. Kalkıp su ısıtıyorum. Sıcak su torbasıyla koltuk battaniyesinin ısısı birleşiyor. Kedi geliyor o esnada. Mazlum’u hatırlıyorum. Geçen kışlardan birinde yaptığımız konuşmayı.

Akşam saati. Kitap okuyorum. Bir arkadaşım arıyor. Hal hatır soruyoruz, kitap okuduğumu söylüyorum.

“Sen şimdi yakın gözlüklerini de takmışsındır değil mi?” diyor esprili bir ses tonuyla.

“Evet” diyorum gülümseyerek.

“Dizlerinde battaniye de var mı?”

“Evet… Kedi de dizimin dibinde…”

Arkadaşım itiraz eden bir ses tonuyla devam ediyor:

“Bırak kitabı Gülistan, dışarıya çık! Hayat dışarıda! Battaniyeyi dizine çekip kitap okuyacağın günler gelecek zaten…”

Ona söylemeyip içimden geçirirken yine gülümsüyorum:

“Hayır, hayat burada! Hayat iki elimin arasında. Bak şu anda Lady Chatterley’in aşkını okuyor, onun hissettiklerini hissediyorum. Benden binlerce kilometre uzakta, ‘bilinmeyen bir zamanda’ yaşamış bir kadının aşkı için verdiği mücadeleye tanıklık ediyorum. Daha sonra bir başkasına geçip Behramoğlu Ailesinin var olma, yaşama savaşını okuyacağım. Yurdumun öbür ucunda yaşayan insanların acılarını içimde hissedip, onlarla hüzünlenerek ağlayacağım. Onların başarılarıyla gururlanacağım insanlığım adına. Sırada Serkan’ın kitabı var. Bir bilim insanının, duygular hakkındaki tespitlerini bazen şaşkın, bazen onaylayan bir ifadeyle okuyacağım.

‘Mutluluk, sizinle ilgili bir kavramdır, sahip olduklarınızla değil’ cümlesini okurken gülümseyip içimden yükselen mutluluğu daha derinden hissedeceğim.

Söylesene; hayat değil de nedir bu?”

Ev hayatını seviyorum, evimi de. Yalnızken ayrı seviyorum sevdiklerimle beraberken ayrı. Biliyor musun ben hep sevdiğim şeylerle yaşadım, bunun için çaba gösterdim. Kaygılarımın çoğu onlar içindi.

Kitap okumaktan yorulunca “kendime ait odaya” geçiyorum. Bu, şu demek: Kendime ait bir dünyaya ve o dünya içinde belli özgürlüklere sahibim. Özgürlük sınırlarımı çokça kendim belirliyorum. Bunu, çevre baskısından çekinmeden ama bu esnada yakınlarımın hassasiyetlerini gözeterek yapıyorum. Zihinsel hazlara yoğunlaşabildiğim bir dünya var. Burası pırıl pırıl, alabildiğine aydınlık… Gerçek hayatta ışığa bakmaya zorlanırım. Fibromiyaljinin buna neden olduğunu duymuştum. Bir de göz problemleri yaşarım, kuruluk, hassasiyet gibi. Aslında içimin aydınlığı yetip artmaktadır, başka ışığa ihtiyaç duymayışım bu yüzdendir.

Çetin Balanuye şöyle yazmıştı: “Kentler arası mola yerlerinde insanların yüzlerinden keder ve yalnızlık duygusu okurum. Neden diye düşünürüm hep. Bir yere “varmak” ile bir yerden “ayrılmak” arasındaki uzam-zamanın insanda tedirginlik yarattığına kanaat getirdim. Bizler güvenli tekrarda huzur bulanlar mıyız?”

Bense yolda mutluluk bulanlardanım. Bir ilçeden diğerine kadar gülümsediğim olmuştur. Oradaki hüzünde bile güzellik ve bir nevi vazgeçilmezlik vardır. Ama paylaşımda haklılık payı da buluyorum. “Güvenli tekrar” diğer pek çok insan gibi beni de içine çekiyor. Gittiğim yerler belirlidir. Sonu belli olmayan yolculuklara çıkmadım hiç. Yazmaya başladığım günlerde pek çok insan gibi yaşanmışlıklarım ve hayallerimi kâğıda döktüm. İşte o günlerde böyle bir yolculuğu hayal etmiş ama alelacele geri dönmüştüm. Akşam yemeği bile yiyemeden.

Hiç yurt dışı gezisi yapmadım. Şu turlar cazip gelmiyordu zaten, askeri denebilecek bir düzeni çağrıştırıyordu bana. Hane halkımızla çıkmamızsa pek mümkün değildi. Aslına bakılırsa hem eşim hem kızlarım çıkmışlardı ama hepsi de ayrı ayrı. Bana kısmet olmadı ve hiç istek duymadım. Şimdilerde İngilizceyi pekiştirip Londra’ya gitmeyi hayal ediyorum.

Hayallerim var benim. Senin de. Herkesin var. Olmalı. Bir şair demişti ki “Ben hiç hayal kurmadım, hep dua ettim…” Oysa hayalin yoksa duan da olmaz. Hayalini kurmadığın neyin duasını edebilirsin ki?

Hayal kurmak da özgürlüktür biliyorsun değil mi? Gerçekleşeceğine dair inanç taşırsın. İnancın kaynağı gücündür. Kimseler görmez, kendin de görmezsin ama elle tutulur bir şeymiş gibi varlığını hissedersin. İşte bu da bahşedilmiştir. Hatta belki insana ilk bahşedilendir.

Öyleyse ilk bahşedilenin tadını çıkaralım. Olup olmayacağını pek de umursamadan hayal edelim. Gerçekleşmesi muhtemel görünenler için çaba gösterelim.

*Serkan Karaismailoğlu

Gülistan Sinanoğlu

Şubat 2019

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published. Required fields are marked *

Yorumu gönder