Blog

Sabah, her zamankine nazaran geç denebilecek bir saatte uyanıyorum. Aslında hep aynı saatlerde uyuyup uyanmaya dikkat ediyorum ama planlamalar bazen şaşabiliyor. Her sabah yaptığım gibi arka bahçeden gelen kuş seslerini dinleyip kuşların ruh hallerini tahmin etmeye çalışıyorum; mutlu olmalılar ki böylesine coşkuyla cıvıldıyorlar. Kuşların sesine önce mutfaktan gelen çatal kaşık şıkırtıları karışıyor sonra da tatlı bir kadın sesi:
“Berkin, nerede kaldın oğlum? Haydi çay soğuyor!”
Şaşkınlıkla doğrulurken o esnada yanıma gelen eşime bakıp onun yüzünde de şaşırdığına dair bir iz arıyorum.
“Ama” diyorum, “Berkin ölmemiş miydi?”
“Berkin neden ölsün hanım” diyor gülümseyerek. “Annesi seslendiğine göre Berkin ekmek almaya giderken oyuna dalmış olmalı.”
“Ama o ekmek almaya giderken gaz fişeğiyle vurulup ölmedi mi Ahmet?”
“Karıştırıyorsun galiba canım. Haydi kalk artık! Kızımız kahvaltıyı hazırlamış bizi bekliyor.”
Kalkıp yüzümü yıkarken şaşkınlığımı üzerimden atmaya çalışıyorum. Ben kıyafetimi değiştirirken eşim dizüstü bilgisayarından günlük haber başlıklarını okuyor.
Tatil günlerinde kahvaltılar bir başka özenli olur. Hafta içi iş yoğunluğu yüzünden bir bardak çay, bir parça peynir ekmekle geçiştirilen kahvaltı tatil günlerinde hem daha fazla çeşit barındırır hem de uzun sürer. Bizde de öyle. Dün Cumartesi pazarından alınan yeşillikler yıkanıp kayık tabağa dizilmiş, ekmekler kızartılmış, bir gün önceden kalan yayla çorbası da ısıtılmış. Seylan çayının kokusuna, çaydanlığa ilave edilmiş olan karanfilin kokusu karışıyor.
Kızımız çayları doldururken masaya geçiyoruz. Uzun ve güzel bir kahvaltı öncesindeyiz, birlikteyiz, elle tutulup gözle görülecek bir huzurun içindeyiz. Üstelik hayli gecikmiş olduğunu düşündüren bahar mevsimi de yüzünü göstermeye başlamış. Balkondaki çiçeklerim açmış, geçen yıl dikip de toprağında hayallerimin yeşermesini beklediğim gül tomurcuklanmış. Güzel haberlerin müjdecisidir onlar.
Bir yandan kahvaltı yaparken diğer yandan sohbet ediyoruz. Bir başka şehirde yaşayan küçük kızımız da fotoğraflar göndererek ortak oluyor kahvaltıya. Büyük kızım dün gece izlediği filmden bahsediyor. Sosyolog bir kadının araştırmaları esnasında gözaltına alınması, terör örgütü yandaşı şeklinde damgalanıp hapse atılması ve orada ona reva görülen akıl almaz eziyetler… Dayanılır gibi değil.
“Ama o kadın Pınar Selek” diyorum, “Film değil o, gerçek!”
İkisi birden itiraz ediyor. Pınar Selek, hapse girmek bir yana sosyolojiyi bitirdikten sonra araştırmalarına devam edip akademik kariyer yapmış. Çalışmaları birçok saygın kurum tarafından kabul görmüş. Hatta şimdilerde Türkiye’nin sayılı sosyologları arasında sayılabilirmiş.
Bir ara eşim bana dönüyor:
“Çetin Emeç’in bugünkü yazısını okumanı öneririm. Pınar Selek’in araştırmalarıyla örtüşen saptamalar var yazıda.”
“Çetin Emeç mi? Ama o yıllar önce bir suikaste kurban gitmişti!”
“Hangi suikast? Hayırdır hanım, bu sabah senin aklın biraz karışık galiba? Tuhaf tuhaf konuşuyorsun. Kızım annenin çayını demli koy biraz, açılamadı nedense.”
Susuyorum çaresiz. Kahvaltı sürüp gidiyor. Bitiminde keyif çayımı balkonda içmek üzere alıp çıkarken eşim sesleniyor:
“Fazla oyalanma istersen. Bahriye Üçok konferansı vardı unutmadın değil mi? Ben de sana eşlik etmek isterdim ama biliyorsun 23 Nisan Ulusal Egemenlik Bayramı kutlamaları haftaya yayıldı. Bugün de etkinlikler var katılmam gereken.”
İşte bu kez neredeyse bardağı elimden düşürüyorum.
“Ama Ahmet o da yıllar önce Çetin Emeç gibi bir sui…”
“Canım sen dün gece kâbus gördün galiba. Bir çocuğun gaz fişeğiyle öldürülmesi, hapse atılıp eziyet gören sosyologlar, gazeteci ve yazarlara suikastler… Bu söylediklerin ancak bir kâbusta olabilecek şeyler. Haydi birer kahve içelim de kendine gel…”
***
Çaresiz hazırlanmaya başlıyorum, zihnimde Orhan Pamuk’un son kitabının adı, kulaklarımda Mehveş Emeç’in babası için yaptığı bestenin sözleri:

“Bir sabah uyansam
Yanımda seni bulsam
Saçımı okşayan
Ellerine sarılsam
Dur deyip zamana
Kalabilsem öylece
Sımsıkı sarılsam
Bir daha gitme diye
Sensiz geçen günler
Bitmek bilmiyor
Yıllar geçse bile
Acım dinmiyor
Söz ver bana, söz ver ne olur
Ayrılmak yok artık de
Bir gün yine karşılaşırsak
Ayrılmak yok artık de.”

Gülistan Sinanoğlu
26 Nisan 2015

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published. Required fields are marked *

Yorumu gönder